15 Temmuz 2015 Çarşamba

İki Kasım Bin Dokuz Yüz Kırk Üç - Halimat Bayramuk




Kitabın Özgün Adı (Karaçay Türkçesi): Ontört Cıl (On Dört Yıl, 1990). Kitap Türkiye Türkçesine “İki Kasım Bin Dokuz Yüz Kırk Üç” adıyla çevrilmiştir.
Yazar: Halimat Bayramuk (1917-1996)
Yayınevi: Ötüken Neşriyat
Yayın Yılı - Yeri: 1995 - İstanbul, 1. Baskı
Türkiye Türkçesine Çeviren: Dr. Yılmaz Nevruz


... Çok eski devirlerden beri onların cetleri atayurtlarında, taş altından toprak sağlayarak çalışmışlar ve onu çok düşmanlardan korumuşlardı. “Karaçay, Mingitav'ın eteklerinde kimseye zarar vermeden, kendi emeğiyle yaşayan bir halktır. Dürüstlüğüyle, güzelliğiyle, yiğitliğiyle ün kazanmıştır.” sözlerini Lev Tolstoy söylemiştir (sf. 76).

2 Kasım 1943 tarihinde, bir gece yarısında başladı Karaçay Türklerinin sürgün öyküsü. Kimisi Kazakistan'a, kimisi Kırgızistan'a, kimisi Özbekistan'a sürgün edildi. Bandit (Haydut) damgası yediler, hor görüldüler, aç bırakıldılar... Rejime boyun eğmeyenler Sibirya'da çalışma kamplarına sürgün edildi. Nice aydın, genç beyin kurşuna dizilerek yok edildi.

Kendisi de bu acı sürgünü yaşamış olan Başçıkızı Halimat Bayramuk, Karaçay insanının acılarını romanda en gerçekçi şekilde dile getirmiştir. 14 yıl süren acı sürgün, bütün Karaçay nesillerinin üzerinde kara bir gölge olarak kalmıştır. Aslında sadece Karaçayların değil, Çeçenlerin, İnguşların, Kalmukların, Malkarlıların, Tatarların; yani bütün Kafkas halklarının acı tarihidir bu roman.

Romanın başkahramanı, yirmi beş yaşındaki Majaykızı Gokka'dır. O da kendi devrinin Sovyet gençliği gibi “Devrim” aşkıyla ve inancıyla yetiştirilmiş, Stalin'i ilah gibi görmüş bir kuşağın çocuğudur. Genç bir kız olmasına rağmen kısa ömrünü savaş cephelerinde harcamış ve bundan bir an olsun pişmanlık duymamıştır. Asker üniforması ve göğsündeki Sovyet madalyası onun yaşama sebebidir adeta.

Gokka, Stalin'e, Sovyet rejimine, devlete sonsuz bir inanç ve güvenle bağlıdır. O kara gün, sürgün günü geldiğinde olanlara asla inanamaz. Sürgün edilen halkının Stalin tarafından yeniden yurtlarına döndürüleceği inancını kalbinde taşır hep. Çünkü böyle yetişmiştir; Stalin demek “adalet” demektir. O, dünya proleterlerinin ölmez lideridir.

Sadece Gokka değil, aslında bütün halk Sovyet rejimine, Lenin'e ve Stalin'e sonsuz bir güvenle bağlıdır. Sürgün gecesi çaresiz halk, adeta tutunacak bir dal aramaktadır: “... Bu sırada bir kadın ayağa kalkarak köy sovyetinin duvarında asılı duran Lenin ile Stalin'in resimlerine kolunu uzatarak onlardan dilekte bulunmaya başladı. O, onların sadece birer resim olduklarını belki de idrak edemiyordu. Ona başkaları da katıldılar. Bu çaresizliği görmemek için insan canına kıyabilirdi...” (sf. 51).

Sürgünde geçirdiği 14 yıl, Gokka'nın inancını bulandırmayı zor da olsa başarabilecektir. İnsanlar, taptıkları Stalin'in ve kızıl rejimin gerçek yüzünü görecektir. Tabi geride yılların kara lekesini ve kırgınlıklarını da bırakarak...

Roman kahramanı Gokka, atayurduyla birlikte anasını, babasını, kardeşlerini ve sevdiği adamı da kaybedecektir sürgünde. Tüm acılar, Karaçay Türkünün daha 1930'lu yıllarda başlayan çilesinin birer devamıdır. Sovyet rejimi, tüm Kafkas halklarına, Orta Asya'daki Türk halklarına, hatta Ruslara; bu coğrafyada yaşayan ve rejimle bağdaşmayan herkese acı getirmiştir.

Kırım Tatar Türklerinin büyük yazarı Cengiz Dağcı'nın kitaplarında anlattığı Tatar Türkünün acıları ve sürgündeki çilelerini hatırlatır bize bu kitap. Aynı şekilde İran'da acı çeken Azerbaycan Türklerini, Çin'de zulüm gören Uygur Türklerini de hatırlarız. Nice yazar, aynı Halimat Bayramuk gibi Türkün acılarını, çilelerini, asırlardır süren mücadelelerini yazmıştır böyle. İşte bu romanı da ibret alarak, bütün ezilen Türk kardeşlerimizin hatıralarını hatırlayarak okumalıyız.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder