Kitabın Özgün Adı (Karaçay
Türkçesi): Ontört Cıl (On Dört Yıl, 1990). Kitap Türkiye
Türkçesine “İki Kasım Bin Dokuz Yüz Kırk Üç”
adıyla çevrilmiştir.
Yazar: Halimat Bayramuk (1917-1996)
Yayınevi: Ötüken Neşriyat
Yayın Yılı - Yeri: 1995 - İstanbul,
1. Baskı
Türkiye Türkçesine Çeviren: Dr.
Yılmaz Nevruz
... Çok eski devirlerden beri
onların cetleri atayurtlarında, taş altından toprak sağlayarak
çalışmışlar ve onu çok düşmanlardan korumuşlardı. “Karaçay,
Mingitav'ın eteklerinde kimseye zarar vermeden, kendi emeğiyle
yaşayan bir halktır. Dürüstlüğüyle, güzelliğiyle,
yiğitliğiyle ün kazanmıştır.” sözlerini Lev Tolstoy
söylemiştir (sf. 76).
2 Kasım 1943 tarihinde, bir gece
yarısında başladı Karaçay Türklerinin sürgün öyküsü.
Kimisi Kazakistan'a, kimisi Kırgızistan'a, kimisi Özbekistan'a
sürgün edildi. Bandit (Haydut) damgası yediler, hor görüldüler,
aç bırakıldılar... Rejime boyun eğmeyenler Sibirya'da çalışma
kamplarına sürgün edildi. Nice aydın, genç beyin kurşuna
dizilerek yok edildi.
Kendisi de bu acı sürgünü yaşamış
olan Başçıkızı Halimat Bayramuk, Karaçay insanının acılarını
romanda en gerçekçi şekilde dile getirmiştir. 14 yıl süren acı
sürgün, bütün Karaçay nesillerinin üzerinde kara bir gölge
olarak kalmıştır. Aslında sadece Karaçayların değil,
Çeçenlerin, İnguşların, Kalmukların, Malkarlıların,
Tatarların; yani bütün Kafkas halklarının acı tarihidir bu
roman.
Romanın başkahramanı, yirmi beş
yaşındaki Majaykızı Gokka'dır. O da kendi devrinin Sovyet
gençliği gibi “Devrim” aşkıyla ve inancıyla yetiştirilmiş,
Stalin'i ilah gibi görmüş bir kuşağın çocuğudur. Genç bir
kız olmasına rağmen kısa ömrünü savaş cephelerinde harcamış
ve bundan bir an olsun pişmanlık duymamıştır. Asker üniforması
ve göğsündeki Sovyet madalyası onun yaşama sebebidir adeta.
Gokka, Stalin'e, Sovyet rejimine,
devlete sonsuz bir inanç ve güvenle bağlıdır. O kara gün,
sürgün günü geldiğinde olanlara asla inanamaz. Sürgün edilen
halkının Stalin tarafından yeniden yurtlarına döndürüleceği
inancını kalbinde taşır hep. Çünkü böyle yetişmiştir;
Stalin demek “adalet” demektir. O, dünya proleterlerinin ölmez
lideridir.
Sadece Gokka değil, aslında bütün
halk Sovyet rejimine, Lenin'e ve Stalin'e sonsuz bir güvenle
bağlıdır. Sürgün gecesi çaresiz halk, adeta tutunacak bir dal
aramaktadır: “... Bu sırada bir kadın ayağa kalkarak köy
sovyetinin duvarında asılı duran Lenin ile Stalin'in resimlerine
kolunu uzatarak onlardan dilekte bulunmaya başladı. O, onların
sadece birer resim olduklarını belki de idrak edemiyordu. Ona
başkaları da katıldılar. Bu çaresizliği görmemek için insan
canına kıyabilirdi...” (sf.
51).
Sürgünde geçirdiği 14 yıl,
Gokka'nın inancını bulandırmayı zor da olsa başarabilecektir.
İnsanlar, taptıkları Stalin'in ve kızıl rejimin gerçek yüzünü
görecektir. Tabi geride yılların kara lekesini ve kırgınlıklarını
da bırakarak...
Roman kahramanı Gokka, atayurduyla
birlikte anasını, babasını, kardeşlerini ve sevdiği adamı da
kaybedecektir sürgünde. Tüm acılar, Karaçay Türkünün daha
1930'lu yıllarda başlayan çilesinin birer devamıdır. Sovyet
rejimi, tüm Kafkas halklarına, Orta Asya'daki Türk halklarına,
hatta Ruslara; bu coğrafyada yaşayan ve rejimle bağdaşmayan
herkese acı getirmiştir.
Kırım Tatar Türklerinin büyük
yazarı Cengiz Dağcı'nın kitaplarında anlattığı Tatar Türkünün
acıları ve sürgündeki çilelerini hatırlatır bize bu kitap.
Aynı şekilde İran'da acı çeken Azerbaycan Türklerini, Çin'de
zulüm gören Uygur Türklerini de hatırlarız. Nice yazar, aynı
Halimat Bayramuk gibi Türkün acılarını, çilelerini, asırlardır
süren mücadelelerini yazmıştır böyle. İşte bu romanı da
ibret alarak, bütün ezilen Türk kardeşlerimizin hatıralarını
hatırlayarak okumalıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder